ÖSTROJEN İÇEREN BİTKİLER

ÖSTROJEN

Östrojen hormonu insanlarda daha çok yumurtalık, adrenal korteks, testisler ve plasentada; düşük düzeylerde de karaciğer, adrenal bezler ve memede sentezlenmekte olup hipotalamus tarafından GnRH üzerinden ve hipofiz ön lobunda da FSH ve LH tarafından kontrol edilmektedir.

Östrojen hem kadınlarda hem de erkeklerde bulunmakla beraber üreme yaşındaki kadınlarda oldukça yüksek seviyelerdedir; meme büyümesi, kıllanma gibi dişi sekonder karakterlerin oluşumunda rol almaktadır.

Doğal olarak oluşan östrojenler; kolestrolden sentezlenen 18- karbonlu steroidlerdir; bunlar; 17β-östrodiol (E2), östron (E1) ve östriol (E3)dür. Bu östrojen grupları arasında kadınlarda en yaygın olarak bulunanı östrodiol olup; östron; östrodiolden daha zayıf etkiye sahiptir ve post-menopozal dönemdeki kadınlarda östrodiol ile karşılaştırıldığında daha yüksek düzeylerde bulunmaktadır. Yapılan bir çalışmada β-östrodiolün; östrondan 12, östriolden de 80 kat fazla östrojenik etkiye sahip olduğu görülmüştür.

Östrojenler albümin, özgül östrojen ve progesteron bağlayıcı globülinlere zayıf şekilde bağlanırlar ve kanda taşınarak 30 dakika gibi çok kısa bir sürede dokulara geçerler. Karaciğer östrojenlerin bir kısmını glukoronoidler ve sülfatlara bağlayarak safraya bırakırken bir kısmı da idrarla dışarı atılır. Etkili östrojenler olan östradiol ve östron karaciğerde daha az etkili olan östriole çevrilir.

Östrojen kaynakları özellikle menopoz sonrası dönemde olan kadınlar için oldukça önemlidir.

FİTOÖSTROJENLER

Fitoöstrojenler, fonksiyonel olarak memelilerdeki östrojenik aktiviteyi harekete geçiren ve yapısal olarak memeli östrojeni 17β-östradiol (E2)’e benzer özellikte olup; fitoöstrojenlerin kanser, kardiyovasküler hastalıklar, menopozal semptomlar ve osteoporozun önlenmesi gibi pek çok önemli fonksiyonları bulunmaktadır. Örneğin soya ağırlıklı beslenen Asya topluluklarında kardiyovasküler hastalıkların görülme insidansı daha düşük olup; güçlü kemik yapısı görülmekle beraber göğüs kanseri oranı ve ateş basmaları da az görülmektedir.

Fitoöstrojenler, bitkilerde genistein, daidzein ve glisitin gibi şeker moleküllerine bağlı olup bu durumda biyolojik aktivite göstermezler. Vücuda alındıktan sonra bağırsaklardaki bakteriyal β-glikozidazlar tarafından hidroliz edilirler ve şeker grupları ayrılır; sonra bağırsak bakterileri tarafından biyoaktif formları olan daidzein, genistein gibi aglukonlarına dönüştürürler ve bağırsaklardan hızlıca emilirler. Aglukonlar ise bağırsaktan emildikten sonra karaciğerde glukorunid ile konjuge olurlar. Konjugantlar safra ile atılabilir, enterohepatik siklüsle geri emilebilir veya değişmeden idrarla atılabilir.

Fitoöstrojenler hızlıca yıkılıp vücuttan kısa sürede uzaklaştırıldıkları için uzun yarılanma ömrüne sahip olup vücutta birikebilen, endokrin sistem toksisitesine yol açabilen çevresel östrojenik kimyasallardan farklıdırlar.

Doğada Bulunan Fitoöstrojen Kaynakları

Fitoöstrojen bakımından zengin olan bitkiler çoğunlukla Fagales, Cucurbitales, Fabales ve Malpighiales familyalarında yer almakla beraber bazı farklı familyalardaki bitkilerde de bulunmaktadır. Helvacı kabağı, kenevir, soya, meyan kökü, kırmızı üçgül ve keten tohumu, akşam sefası, dong quai, ginseng ve hayıt östrojenik aktivite gösteren bitkilerdir.

Fitoöstrojenler flavonoidler ve flavonoid olmayanlar şeklinde sınıflandırılabilir.

Flavonoidler Leguminoseae, Rutaceae, Primulaceae, Polygonaceae, Salicaceae, Pinaceae, Rosaceae familyalarına ait bitkilerde diğer familyalardan daha fazla miktarda bulunmaktadır. Yapılan çalışmalarda temel kaynakları meyveler, sebzeler, içecekler, kahve çekirdeği, soya ürünleri ve baharatlar olan 4000’den fazla flavonoid çeşidi olduğu görülmüştür.

İzoflavonlar, en geniş fitoöstrojen grubunu oluşturmaktadır. İlk kez, 1946 yılında Batı Avustralya’da izoflavonca zengin yeraltı üçgülü denilen Trifolium subterraneum L. ile beslenen koyunlarda doğurganlığın azalması, laktasyon bozuklukları, cinsiyet organında değişiklikler, kalıcı kısırlık, uterus sarkması gibi problemlerin görülmesiyle izoflavonların östrojenik etkinliği araştırılmaya başlanmıştır. İzoflavon fitoöstrojenleri yalnızca Fabaceae familyasına ait birkaç bitkide bulunmakla beraber yoncada, manj fasulyesinde, japon sarmaşığı kökünde, kırmızı üçgülde ve soyada olduğu saptanmıştır.

Flavonoid olmayan fitoöstrojen grubunun en önemli temsilcisi olan ve bitki hücre duvarının yapısında bulunarak lignin oluşumuna katkı sağlayan lignanlardır. Bitkilerin sekonder metabolizma ürünleri olan lignanların bitkinin çevresel stres faktörlerinden korunmasında ve insan beslenmesinde çok önemli görevleri vardır. Kardiyovasküler hastalıklar, menopoz semptomları, osteoporoz ve göğüs kanseri riskini azalttığı tespit edilen lignanlar, 60’tan fazla bitki familyasından ve köklerinden, rizomdan, odunsu kısımlardan, gövdeden, yapraklardan, meyvelerden, tohumlardan ve reçinelerden izole edilmiştir. Gıdaların lignan içerikleri 2mg/100g’ı geçmemekle beraber sırayla en yüksek lignan kaynakları şunlardır: Keten tohumu, mercimek, soya fasulyesi ve yulaf kepeğidir.

Geleneksel Kullanımda Fitoöstrojen Kaynağı Olarak Tüketilen Bazı Bitkiler

Soya (Glycine max L.)

Yıllardır gıda olarak tüketilen soya özellikle Asya ülkelerinde sıklıkla tüketilmektedir. Fabaceae familyasına ait olan soya, tohumları en zengin izoflavon kaynağı olarak bilinen bitkidir.

Uzakdoğu toplumlarında sıkça tüketilen soyanın kolestrol düşürücü, kardiyovasküler hastalıklara karşı koruyucu, kilo kontrolüne yardımcı, menopoz sorunlarını ve kanser riskini azaltıcı etkileri olduğuna dair çalışmalar bulunmaktadır.

Menopoz ve perimenopozal kadınlarla yapılan klinik bir çalışmada, günlük soya izoflavon takviyesi ile sistemik arteriyel uyumun düzeldiği görülmüş olup menopoz öncesinde soya tüketen kadınlarda da meme kanseri riskinin önemli derece azaldığı görülmüştür. Günde 60 g soya proteini verilen bir çalışmada da, ortalama günlük sıcak basma sayısının soya tüketen grupta önemli ölçüde azaldığı saptanmıştır.

Meyankökü (Glycyrrhiza glabra L.)

Glycyrrhiza yunanca tatlı kök anlamına gelmektedir. Çin’de destekleyici ve detoksifikasyon etkilerinin yanı sıra tatlandırıcı ve lezzet verici olarak binlerce yıldır kullanılmaktadır. Tıbbi olarak sakinleştirici ve ekspektoran etkili olup; antioksidan ve antimikrobiyal etkinlik de göstermektedir. Ülkemizde harareti gidermek amaçlı şerbet halinde Diyarbakır, Mardin, Şanlıurfa bölgesinde sıklıkla tüketilmektedir. Göğüs yumuşatıcı, ekspektoran, antitüssif ve mukoza koruyucu etkili olup mide rahatsızlıklarında, yanık ve yara tedavisinde de kullanımı vardır.

Glycyrrhizin meyankökünün ana bileşeni olup şekerden 50 kat daha tatlıdır. Toz halinde eczacılıkta, kıvam ve şekil vermede kullanılırken kola gibi alkolsüz içeceklerin bileşiminde de kullanılır.

Meyankökünün kök ekstraktlarında östrojenik aktivite gösteren glabren, glabridin ve isoliquiritigenin, 2’,4’,4’-üç hidroksi kalkon bulunur. Bir izoflavon olan glabrinin, lipofilik yapısı nedeniyle E2’ye benzer yeni bir fitoöstrojen olarak kaydedilmiştir. Yapılan bir çalışmada meyan kökü ekstresi progesteron ve östrojen reseptörlerinin her ikisine de zayıf bağlanma eğilimi göstermiştir. Meyan kökü etanol ekstraktı içerisinde ise yüksek östrojenik aktivite gösterdiği gözlenmiştir.

Yapılan bir çalışmada in vivo sonuçlar meyankökünün iskelet ve kardiyovasküler dokular üzerine olumlu etki yaptığını göstermiş olup 7erkekte 4 gün boyunca günlük 7 g meyankökü tüketiminin de serum testosteron miktarını ciddi oranda azalttığını ortaya koymuştur. Sıçanlar üzerine yapılan benzer bir çalışmada da testosteron üretiminin azaldığı gözlenmiştir.

Şerbetçiotu (Humulus lupulus L.)

Geleneksel olarak iştah açıcı, diüretik, antipiretik ve yatıştırıcı etkilerinden dolayı kullanılmakta olup Kızılderililer tarafından da böbrek iltihaplarında, göğüs ve uterus şikayetlerinde yatıştırıcı olarak kullanılmıştır.

Şerbetçiotunun dişi çiçeklerinde östrojenik olarak 8-prenilnaringenin, 6-pirenilnaringenin, ksanthohumol ve izoksanthohumol bileşikleri olduğu saptanmıştır. Yapılan bir çalışmada kültür ortamında FSH hormonu taklit edilmiş, şerbetçiotu ile estradiol sentezinin yapılması planlanmış ve bu amaçla dişi farelerden olgunlaşmamış yumurtalar alınarak bir kısmına 48 saat boyunca FSH, diğer kısmına da 48 saat boyunca şerbetçiotundan elde edilen preparat verilerek şerbetçiotunun östrojenik aktivitesi araştırılmıştır. Şerbetçiotu preparatı uygulanan farelerin yumurtalıklarında diğer örnekler gibi estradiol sentezlendiği görülmüş ve bu etkisi sebebiyle şerbetçiotunun dişi çiçeklerinin östrojenik aktivite olduğu belirlenmiştir.

Almanya’da kadınlar tarafından menstrual dönemde yaşanan ateş basması, ağrılı adet sancıları ve uzun süren adet dönemi gibi şikâyetler ve östrojenik aktivitelerinin düzenlenmesi için şerbetçiotu kullanımı yaygındır.

Keten (Linum usitatissimum L.)

Geleneksel olarak tohumları yangıyı azaltıcı, sakinleştirici, soğuk algınlığı, öksürük ve bunlara bağlı ateşi azaltmak için kullanılmakta olup Kızılderililer tarafından da ateş, akciğer hastalıkları, şiddetli soğuk algınlığı ve öksürük için; yağı da gevşetici olarak kullanılmıştır.

Keten tohumu, lignan fitoöstrojenleri bakımından en zengin kaynaklardan biri olup kaliteli fitoöstrojen kaynağı olduğunu gösteren pek çok araştırma bulunmaktadır.

Yapılan bir in vivo çalışmada, farelerin beslenme diyetlerine %10 keten tohumu ilavesi sonucu tümör gelişme oranının ve metastazın azaldığı gözlenmiştir.

Ateş basması, vajina kuruluğu gibi menopoz şikayetleri olan 145 kadınla yapılan bir çalışmada kadınlara 12 hafta boyunca fitoöstrojen bakımından zengin diyet ürünleri (soya ürünleri ve keten tohumu) tükettirilmesi sonucu menopoz semptomlarında bir azalma sağlandığı görülmüştür.

Adaçayı (Salvia officinalis L.)

Eski Mısırlı’lar tarafından çocuk sahibi olamayan kadınlara tükettirilen adaçayı halk arasında soğuk algınlığı, öksürük, sinirsel bozukluk, sindirim sorunu, faranjit, ağız içi iltihabı, diş eti iltihabı gibi hastalıkların tedavisinde kullanılmakta olup terlemeyi önleyici ve laktasyonu artırıcı etkilere sahip olduğu da belirtilmektedir.

Adaçayı uçucu yağında bulunan monoterpenler terlemeyi önlediği için menopoz şikayetlerinden ateş basmasında yarar sağlayabilmektedir.

Yapılan bir çalışmada bir grup post-menopozal dönemdeki kadına 8 hafta boyunca adaçayı tabletleri verilmiş ve kadınların gece terlemesi, ateş basması ve diğer menopoz şikayetlerinin kontrol grubuna göre önemli oranda azalmalar gösterdiği ve böylece hormon replasman tedavisi alamayan kişiler için alternatif bir tedavi olarak dikkate alınabileceği gösterilmiştir.

Isırgan (Urtica diodica L.)

Türkiye’de geleneksel olarak diüretik, eklem ağrılarında analjezik amaçlı ve akne ve hemoroid tedavisinde kullanımı vardır.

Isırgan kök ekstraktlarının kadınlarda yumurta oluşumu, östrojen ve progesteron hormonlarını artırma ve üreme üzerine olumlu etkisinin olduğuna dair çalışmalar bulunmaktadır.

Isırganın erkeklerde üreme fonksiyonlarını etkilediğine dair pek çok çalışma yürütülmüş olup bir çalışmada, bitkinin fitoöstrojen etkisine dayanarak ısırgan yaprağı ekstraktlarının kemirgenlerde testosteron seviyesini düşürdüğü ve sperm üretimini etkilediği gözlenmiştir.

Civanperçemi (Achillea millefolium)

Civanperçemi halk arasında yara iyileştirici, emenagog, antihelmintik, antiinflamatuvar, antiviral, iştah artırıcı, diüretik ve kontraseptif amaçla kullanılmaktadır.

Civanperçeminin iyi bir antikanser aktiviteye sahip olduğuyla ilgili çalışmalar mevcut olup yapılan çalışmalarda, civanperçeminin fitokimyasal bileşenleri olan flavonoid ve seskiterpenlerin fare lösemi hücresi P-388’e, epitel beze uruna, göğüs epitel beze uruna (MCF-7) ve deri epidermoid karsinom (431) hücrelerine karşı etkili olduğu gözlenmiştir.

Maydanoz (Petrosellium crispum)

Maydanoz esansiyel yağ bileşikleri olan mirsitin ve apiol, kumarinler ve furokumarinlerden oluşmakta olup antioksidan, hepatoprotektif, sinir sistemi koruyucu, antidiyabetik, analjezik, spazmolitik, immünsüpresif, antikoagülan, antiülser, laksatif, östrojenik, diüretik, hipotansiyon, antibakteriyel ve antifungal etkilere sahiptir.

Maydanozun topraküstü kısımlarının metanollü ekstraktlarında östrojenik aktivitenin incelendiği bir çalışmada soya izoflavonlarına eşit östrojenik aktivitesinin olduğu gözlenmiştir.

Sarımsak (Allium sativum L.)

Liliaceae familyasından keskin kokulu bir bitki olan sarımsak karbonhidrat, vitaminler (A,B,C) ve kükürtlü uçucu yağ içermekte olup sarımsağa ait özel koku ve lezzetini de bu kükürtlü uçucu yağ olan allisin verir ve allisin sarımsağın dişleri ezildiğinde açığa çıkar. Halk arasında antiseptik, diüretik, antihelmintik, iştah açıcı, hipotansiyon, kardiyoprotektif, kolesterol düşürücü, antimikrobiyal, immünstimülan, antitümör ve antioksidan etkilerinden dolayı yaygın olarak kullanılmaktadır.

Yapılan çalışmalarda sarımsağın, göğüs, özofagus, mide, kolon ve rektum kanserlerine neden olan karsinojenlere karşı koruyucu etkinliğinin olduğu gösterilmiştir.

Erkek fareler üzerinde yapılan bir çalışmada da sarımsağın prostat gelişimine sebep olan kanser hücrelerini baskıladığı, yüksek tansiyonu düşürücü etkiye sahip olduğu, protein hasarını ve antioksidan enzimlerdeki düşüşü onardığı gösterilmiştir.

Sarımsak bileşiklerinin kadınlarda meme; erkeklerde de prostat kanserinin önlenmesinde yararlı olduğu ve tiroid kanser hücrelerini baskıladığı, kolon, akciğer ve deri kanseri riskini azalttığına dair çalışmalar bulunmaktadır.

Yapılan bir çalışmada da koroner kalp hastaları 2 gruba ayrılmış ve bir gruba 3 yıl boyunca hiç sarımsak verilmemiştir; bu hastaların ölüm oranının sarımsak verilenlerden 2 kat fazla olduğu, ve sarımsak verilenlerde kalp krizi geçirme oranının, tansiyon ve kandaki kolesterol seviyesinin daha düşük olduğu gözlenmiştir.

UYARI

Menopoz semptomlarını düzeltmek veya başka amaçlarla östrojenik aktiviteye sahip bitkiler tüketilecekse hasta mutlaka önce hekime yönlendirilmelidir. Hastanın hastalık, ilaç ve aile öyküsü bilinmeden bitkisel tedavi uygulanmamalıdır. Bitkisel ürünlerin de yan etkilerinin olabileceği unutulmamalıdır. Bu bitkiler hekim onayı ile eczacı kontrolünde hasta tarafından tüketilerek menopoz semptomlarında yarar sağlanabilir.

Kaynak:

  1. Soldamli, R.V. and S.F. Arslanoglu, Fitoöstrojenik Bitkiler; Ne Kadar Tüketilmeli? International Journal of Life Sciences and Biotechnology, 2019. 2(3): p. 183- 204.

DİŞİ CİNSİYET HORMONLARI SLAYTI İÇİN TIKLAYINIZ.


0 yorum

Bir yanıt yazın

Avatar placeholder

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

E-BÜLTEN

Yeni yüklenen slaytlardan ve güncel yazılardan haberdar olmak istiyorsanız e-posta adresiniz ile e-bültene kaydolabilirsiniz.